|
Osman DERECİ
1942 yılında Rize/Pazar’da doğdu ilkokulu
Armağan (Salon köy) de bitirdi, Daha sonra
Ardeşen’in büyük din Alimlerinden Hacı Hamit
Efendiden beş yıl İslami ilimler tedris etti,
Askerlikten sonra ortaokulu dışardan bitirdi. Rize
Vergi Dairesindeki memuriyeti sırasında Akşam
Ticaret Lisesini okudu ve •Rize imam-Hatip
Okulu’ndan mezun oldu, K.T,U İşletme Bölümü’ne
Girdi ve mezun oldu
GÖNüLDEN ESİNTİLER
Allah’ı tanımaktır hilkatindeki gaye
Yaratanı bilmezsen, yaratılışın niye
Salât ve selam sana ey nebiler nebisi
Senden yüz çevirenler insanların habisi
o kitap ki; inandık “kalü bela”dan beri
Onda hiç şüphe yok, o müminlerin rehberi
Bütün müminler kardeş, hepsi Allah’ın kulu
Sevelim sevilelim, kıymayalım gönülü
Ölümü bekliyorum söyleyin saat kaçtır
Beni korkutan tabut, sevdiğim şey ağaçtır
Ah! şu ölüm meleği can alır Hak emriyle
Dostları kavuşturur, karşılayın sevgiyle
Allah’a itaatten yoktur başka gayesi
Bu görev sayesinde yücelmiştir payesi
Bilmem kaç bahar geçti açmadı henüz çiçek
Anladım benim ömrüm hep hasretle geçecek
Canlarım, ciğerlerim, sevgili evlatlarım
Sizin için ölürüm, ben sizin için varım
RESUL DERECİ
1934 Ardeşen Armağan köyünde doğdu. Köyün halen medrese olarak tabir edilen binasında 3 yıllık ilkokul eğitimini aldıktan sonra dışarıdan bitirme sınavlarına katılarak ilkokul diplomasını aldı, Zamanın şartları gereği eğitimine devam etme imkanı bulamadı. ilgi duyduğu, duygu ve düşüncelerini yoğunlaştırdığı herhangi bir konuda şiir yazma ve bunları şiirle tasvir etme hobisi vardır, Çok çeşitli mesleklerde çalışmıştır. Bağ kur emeklisidir.
İstanbul ve Armağan adlı şiirlerini 1981 yılında geçirdiği bir rahatsızlığı nedeniyle yatak istirahatı esnasında yazmıştır.
GEL DE GÖR İSTANBUL’U
İstanbul’u görmeyen, gel de gör İstanbul’u
O sana lale sümbül sen de onun bülbülü
İstanbul’un suları iki çeşmeden akar
Biri seni kandırır biri canını yakar
Evvela suyunu iç Eyüp’teki çeşmeden
Oradan nasibini al Beyoğlu ‘na geçmeden
İstanbul köşe köşe, İstanbul bucak bucak
Dünyanın her yerinden gelene açar kucak
Gelen hayran oluyor, giden gözü geride
Görmeyen bir şey bilmez, yeni gelenleri de
Hele geç kemerinden, Topkapı Sarayı ‘nin
İlk kapıdan başlayıp sonunda surlarının
Oda oda antik, oda oda eserler
Asırlar öncesinin havasını eserler.
Sanki bir zincir gibi birbirini kenetler
Bağrında kilitlemiş mukaddes emanetler
Sultanahmet dağ gibi eseri ataların
Ayasofya esiri bir sürü hataların
Git biraz ileriye Çemberli taş Beyazıt
İki sütun yan yana biri ötekine zıt.
Aksaray ‘da başladı yeraltından geçitler
Biri alt biri üstten biri birini kitler
Fatih, Edirnekapı, sur dışı yine Eyüp
Çık sura, mezarlığa, bak benim yerim Eyüp.
Ve orda yine düşün, nerde eski insanlar
Ben yaşayayım diye, her gün adam asanlar
Şimdi biri bir yerde, biri bir yerde toprak
Kupkuru taştan sandık, ne çiçek var ne yaprak
İşte halimiz diye halka yapar hitabe
Kimliğini bildirir mermerdeki kitabe
Şimdi gel Beyoğlu’na her şeye ibretle bak
Masana koydukları çirkef dolu bir tabak.
Taksim, Osman Bey, Şişli görünüşte bir inci
Namus, iffet yerlere sürünüşte birinci
Tepinin de tepenin içinize düşmüş kurt
Ne kadar tepinseniz, Zincirlikuyu son yurt
Geç Boğaz köprüsünden, gemiye kuş bakışı
Bak bir de boğazların harıl harıl akışı
Denizler bir manzara, manzarayı seçmede
Gemiler selam verir, birbirini geçmede
Gemiler iskeleden hemen döner geriye
Berikini öteye, ötekini beriye.
Durmadan usanmadan denizi karıştırır
Durmadan insanların yerini değiştirir
Adalar birer gemi, çamları birer direk
Kalkmazlar, yürümezler, neymiş onlara gerek.
Bir adayı bin gemi çekse de yanlatamaz
İstanbul’u bir kişi bin günde anlatamaz.
ARMAĞAN
Yüksekçe iki dağın arasında bir yuva
Yaşamak hoş, gezmek hoş, soğuk su, serin hava.
Her hali ile belli, köyün adı Armağan
Köyü bir, suyu iki, evleri darmadağın.
Etrafa bakınınca karşıma çıktı bir dev
Önceden hazırlanmış çay almak için bir ev.
Ve içinde kurulmuş eksper, kayıt, kantar
Ne vicdan var birinde, biri birinden mantar
Bilir misin, bize iyi çayı tarif et
İyi çay değil ama adam seçmek marifet
Kimisi günler bekler, sayı üstüne sayı
Kiminin yere inmez, günlük verilir çayı
Yan taraf bir meşgale, odalar sandık dolu
Altı of is deposu, halka hizmetin yolu
Ne sandık, ne de depo, hiç birine inanmam
Öyle uyuttular ki; kırk senede uyanmam
Gel de çıkalım biraz, caminin avlusuna
Beş dakika yaslanalım, serilen havlusuna
İlk bakışta manzara, yukardan gelen bir hat
Başında bir cüce ki; gelene açar kanat
Sepet sepet çay imiş, hattan geldiği bu yük
Haftalarca beklemiş, kimi kart kimi çürük
Caminin civarında meyve yüklü ağaçlar
Biri çıkar üstüne, biri altından taşlar
Körpe körpe fidanlar bahçesine dizilir
Kiminin dalı kırık, kimi kökten sökülür
Bu ne hal, bu ne durum, sahipsiz mi bu belde
İmam, muhtar, müvekkil, hepsi de mevcut elde
Bir pirifâni ihtiyar mezarlığa musallat
Kendisi bile duymaz, okuduğu salâvat
Bir bina ki adına derler eski medrese
Dışı biraz hoş ama içi benzer kümese
Geldim çeşme başına bir musluktan su akmaz
Su var mı diye bakar musluğa kimse bakmaz
Cami kalbi köy ümün ortasında muzdarip
Derdi var, noksanı var, kimse çıkmıyor sahip
Diyor beni dizdiniz taşların iyisinden
Kumlarımı çektiniz derenin kıyısından
Kapı mihrap taşları ahşabı andırıyor
Taş rengi boya diye geleni kandırıyor
Şimdi yaşlar akıyor ağlayan tavanından
Yardım talep diyor kendini seveninden
Yaş akıta akıta ıslandı sarık cüppe
El ele verelim de yaptıralım bir kubbe
Ezan ile ikamet normal günde üç vakit
Aybaşında alınır beş vakit için nakit
Haydi, biraz gezelim köşe bucak çevre yön
İstenmeyen durumlar istiyoruz bulsun son
Biraz geriye dönüş köprüyü geçer geçmez
Bir çeşme ki alçakta suyundan kimse içmez
Biraz daha ilerde peş peşe iki bakkal
Milleti sömürmeye biri birinden çakal
Hele başka manzara okulun arkasında
Dev bina boşa bekler yolun bir yakasında
Açtım içine baktım in cin top oynamakta
Adı sağlık ocağı mikroplar kaynamakta
Bu güzelim binayı bize devlet yaptırdı
Hizmet için gelenler aşka gönül kaptırdı
Ve böyle nice durum saymakla bitmeyecek
Bu ıstırap bu sancı içimden gitmeyecek.
Atilla AŞIK
1956 yılında Armağan Köyü’nde doğdu. İstanbul Fikir tepe Atatürk Eğitim Enstitüsü Fransızca Öğretmenliği, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Yönetimi, Denetimi ve Planlaması Bölümünden mezun oldu, Çeşitli liselerde Fransızca Öğretmenliği, Ardeşen Fatih İlköğretim Okulu Müdürlüğü görevinden sonra 1993 yılında İlköğretim Müfettişi olarak Artvin iline atandı,
Halen Rize ilinde İlköğretim Müfettişi olarak
Görev yapmaktadır.
SEVMEK
Sevdikçe sev dik
Döndük durduk
Yorulduk
Hep ağladık
Kaçanın peşinden
Kovalayanın önünden
KAÇKARJN ÇİÇEKLERİ
Oy... Kaçkar’ın çiçekleri
Niye küskün niye
Öyle soğuk, öyle donuk
Niye suların hırçın
Niye her gün başın dumanlı niye
İki buket çiçek
İki satır söz
Çok mu kırdı seni çok...
Kayalar mı koptu içinden
Buz mu tuttu yanakların
Sel mi oldu gözyaşların...
Gün vurmaz mı eteklerine
Yıldızlar doğmaz mı gecelerine
Erimez mi karların senin
Suların durulmaz mı hiç...
Bir daha açmaz mı çiçeklerin
Kırmızı, yeşil, sarı, turuncu
Kaya diplerinde
Utangaç çiçeklerin...
Mehmet DURSUN (DERECİ>
1871 yılında Rize-Atinada (Pazar’ın eski adı) doğmuş. Nerede ve ne kadar okuduğu tam tespit edilmese de bir tahsil gördüğü belli oluyor. Köy medresesinde sarf ve nahivi okumuş. Aldığı dini tahsili de askerlikte tabur imamlığı yapabilecek kadar ileri.
Mehmet Dursun Efendinin üç oğlu da, umum harpte askere alınır, Evlatları; Ahmet, Tahir ve İbrahim, Doğu Cephesine (Kastedilen meşhur Sarıkamış Harekatı da dahil, Birinci Dünya Savaşındaki bütün doğu cephesi olsa gerek.) giderler.
Kendisi ise, evlatlarının ardından yurdunda duramaz, Elliye yaklaşmış yaşına ve silâhaltına alınmama muafiyetine rağmen (bir değil, iki değil tam üç oğul gönderilmiştir cepheye ve üstelik geride çoluk çocuğuyla bütün bir aile onun eline bakmaktadır) gönüllü yazılır ve Çanakkale cephesine gönderilir. İnsanlık tarihinin en büyük ve anlamlı savunma savaşlarından birisini verdiğimiz ‘Şu boğaz harbi’nde, cephenin istihkâm taburundan birinde tabur imamı olarak vazifelendirilir, Yanında azığı yoktur belki ama defteri vardır, Başlar halk diliyle yaşadıklarını, duyduklarını, düşündüklerini, dileklerini yazmaya.
Umum harp sonrası terhis olur, Memleketine avdet eder, Oğullarından Ahmet ve İbrahim de cepheden döner ama Tahir dönmez, bütün bir ömür beklenir ancak, bir daha hiç haber alınamaz. İbrahim de bir süre sonra cephede yakalandığı hastalıktan ötürü genç yaşta vefat eder,
Çoluk çocuğuyla yerleştiği Ardeşen de ticarle meşgul olur. İlçeye ilk dikiş makinesini o getirir
Ve terzilik yapar, Gazi Mehmet Dursun Efendi, 1954
yılında vefat eder, (Yedi İklim Edebiyat Dergisi)
Bize bu mirası bırakan şanlı ecdadımızı ve
Dursun Efendiyi rahmet ve minnetle anıyoruz,
MESHUR ÇANNAKKALE DESTANI TEVAHİR VE HAVADİŞAT
Sene üçyüz otuz tarih bu zaman
Seferberlik ile okundu ferman
Mu inli mu ‘insiz cem oldu heman
İln-i harp etti yekün cihanı
Türkiye bu sefer gör ki neyleydi (3)
Çanakkale yolu muhkem kitleti
Topçu piyademiz sıdkı bekledi
Davet eylediler harb-ı meydanı
Ol cihetle hücum etti boğazdan (10)
Gör ne yardım kıldı ol gani Yezdan
Yılmadı topçumuz merdoğlu merdan
Zerrece saymadı kafir düşmanı
Kırk gün devam etti bu cihet ile (12)
Attı yaylım ateş baş-ü can ile
Deryalar kaynadı kızıl kan ile
Anladı kefere yoktur imkanı
Doldu cihan yüzü asker evladı (18)
İnşallah cümleten alır muradı
Yürüdü devletin emr-i iradı
Yaşa Padişahım cihan sultanı
Hazreti padişah sen binler yaşa (19)
Nüfuzun işledi dağ ile taşa
Umum ecnebiler kaldı telaşa
Zül-celal mahvetsin kafir düşmanı
Hazret-i Enver Bey Paşa canımız (20)
Din, vatan yoluna feda canımız
Düveller beyninde vardır şanımız
Denildi; Türkiye cihan arslanı
Harbiye Nazırı her gün yokladı (21)
Girdi ateşlere Mevla sakladı
Sadakat babında kalbi pakladı
Tevekkül edüp de Hakkı sübhani
Dokuz karış kafir mermi salladı (22)
Vardığı yerlerde tekrar patladı
Dağı taşı demez yekün haşladı
Hıfz etti bizi Rabbi Rahman-t
Anadol cepheden toplar kuruldu (44)
Bizim dört buçuklu isim koyuldu
Çakmak çala çala e[rad yoruldu
Nice plan kurdu harp kumandanı
Mahzenin içinden toplar atıyor (45)
Yan ateşten nice canlar yakıyor
Kırk iki buçuklu düşman atıyor
Bulamadı mahzeni kafir düşmanı
Sadakat babında giriştik candan (46)
Topçu piyademiz hücum her yandan
Kesildi kefere taket-ü dermandan
Hak yolunda olduk feda-ı canı
Geceleri alay alay kaçtılar (48)
Cümle eşyalarını yere saçtılar
Yedi düvel buna bakıp şaştılar
Yardımcımız oldu Rabb-i Rahmani
Yetmiş sekizinci alay donandı (56)
Top tüfek sedası arşa dayandı
Yekün Romanyalı kana boyandı
Söndü ocaklar çıkmaz dumanı
Gece gündüz kuruldu harp meydan
Bize Nusret verdi ol Gani Yezdan
Hücum boruları çalındı heman
Varıp mahvettiler kafir düşmanı
Der-saadet’ten geçti Batum’a vardı (64)
Ehli İslam olan secdeye kaldı
İmdat nöbetleri etrafı sardı
Sıdk-ı sadakatte yekün cihanı
Mübarek dualar müstecap oldu (65)
Kafirin gönlüne ihafe doldu
Rus ile İngiliz bakın ne oldu
Yardımcımız olsun Rabb-i Rahmani
Ya Rabbi kerem kıl yok gayri medar
Gönlümüz sılada ağ/aruz ah-ü zar
Hallak-i alemdir yardımcı Haydar
Bir gün memnun eder Rabb-i Rahmani
Üç mahdumum girdi silah altına
Canlar feda gerek dinin katına
İsmim Mehmet Dursun, kazam Atina
Nasip et görüşmek, Gani Sübhani
|
|